Banka HesaplarıBağış Yap

Sözümüzü Tuttuk, Bosna Fatihleri Yurda Döndü

Sözümüzü Tuttuk, Bosna Fatihleri Yurda Döndü

20 gün önce Bosna'lı kardeşlerimiz için yola çıkan , gönüllü ekibimiz yollanan bağışları dağıtarak yurda döndüler.

 

Söz vermiştik, unutmayacağız ve unutturmayacağız demiştik.  Hamdolsun,  yüzümüzün akıyla emanetleri  sahiplerine ulaştırdık. 20 gün önce Bosna’lı kardeşlerimiz için yola çıkan hediyelerimizi , gönüllü ekibimiz dağıtarak yurda döndüler.

 Bol miktarda çocuk ve bayan kiyafetleri,  ayakkabı ,oyuncaklar  ve kırtasiye malzemelerinden oluşan kolilerimiz,  önceden tespit edilen  ailelere dağıtıldı. Malzemenin çeşidinden, adetinden ziyade , verilen sözlerin yerine getirilmesi çok önemli idi. Ayrıca Formini Mobilya tarafından bağışlanan 155 adet sehpa, 40 takım ( 120 adet ), yemek masası, vitrin, kitaplık, konsol ve dolaplardan oluşan 15 ton mobilya, ihtiyaç sahibi kardeşlerimize ulaştırıldı. 10 kişilik  ekiple Bosna’ya giden  Yardımeli  gönüllüleri  ayrıca,   Bosna’dan gıda paketleri  satın alarak, oradaki partner kuruluşumuzun destekleriyle belirlenen muhtaç ailelere dağıtım yaptılar.

Yaşananlar güzeldi, hüzünlü idi, duygusal anlar yaşandı…

İsterseniz  Bosna’da yaşananları, oraya giden kardeşlerimizin  duygu ve düşüncelerinden aktaralım:

Aşağıdaki yazıda, gönüllü ekip içerisinde yer alarak organizasyonu gerçekleştiren, yurda dönüşünde de acı, tatlı anılarını kaleme alarak bizlerle paylaşan Yazar Nurdal Durmuş’un hatıralarını okuyabilirsiniz:

Burada her şey yarım kalmış bir şarkı gibi…

Ne çok acı var!

Ve hiç bitmeyecek umut.

Saraybosna.

Bosna hakkında maalesef savaştan önce dilime dolayacağım tek cümlem yoktu.

Saraybosna’yla Avrupa’nın göbeğinde katledilen binlerce insanın kanı üzerine bağ kurdum.

O gün bu gündür Bosna deyince Aliya, savaş, katliam kelimeleri dışında aklıma bir şey gelmiyor!

Bu yüzdendir İgman Dağı’ndan Srebrenica’ya kadar adımladığım her yerde sadece içime yürüdüm.

Kendi kalbimi hatırladım.

Kendimi…

Sadece gidebildiğimiz yerlerin bizim olabildiğini…

“Birgün birileri gelir ve dünya değişir.” cümlesini…

Günlüğümde ilk defa coğrafya ve tarih bilgisi vermeden içime dönmek istiyorum.

Dünyaya Sümeyye Ramiç isimli Bosnalı bir kızın; “Siz bizi hiç anlayamazsınız çünkü sizin kimseniz ölmedi.” cümlesinin kalbime sapladığı hançerle belki de…

Aslında öyle değil Sümeyye.

Sana söyleyemesem bile acıların kolay anlatılacağını,  kolay yazılacağını, ama kolay yaşanmayacağını ben de bilirim.

Acının rengi sende daha koyu.

Daha yakın, daha kavurucu, daha yıkıcı; daha çok gözyaşı, daha az umut, ama o acının bende de bir yeri var Sümeyye.

Evet, o güzel saçlarını okşayacak bir annen artık yok.

Akşam yolunu gözlediğin bir baban…

Bunun için buradayız diyeceğim ama susuyorum!

Çünkü biz Bosna’yı tanıdığımızda sen anne babasını kaybetmiş bir çocuktun.

Geç kalmıştık.

Şimdi Sümeyye’nin yüzüne iliştirdiği tebessümün altına “keşke her gülüş gerçek olsa” diye not düşüyorum.

Sümeyye; “Ever smile with real friend is real.” diye cevap veriyor.

 …

Visoko’da Leyla anne “Dört oğlumu kaybettim; eşim, çocuklarım…” diyor gerisini söyleyemiyor.

Belli oğul ayırt edilmez, ama en çok Mustafa’yı seviyor.

“Mustafa’m!” diyor. “Mustafa!”

Arkadaşlarımla beraber sarılıp ellerinden öpüyoruz.

“Anne bak bir sürü Mustafa var burada.”

“Ben Mustafa! Bu bu bu bu bu hepimiz Mustafa!” diyorum arkadaşlarımı göstererek.

Daha sıkı sarılıyor.

Gülümsemesi hüzünden bir hayal!

Acının bir rengi yokmuş Leyla anne vazgeçtim.

Ben acınılacak bir acının tarifini yapamadım üzgünüm.

Srebrenica'nın Jesenova köyünde ki bu çocukların saçları kadar umutları da büyük!

Camka Bektic 12’sinde bir genç kız; Fatima, Cenneta ve Kadira isminde üç kız kardeşi var.

Hayalleri var.

At biniyor ve gülümsüyor.

Baraka bir evleri var sonra.

Bulunduğu dağ köyünden bir kez bile başkente gelmiş midir, bilmiyorum.

İstanbul’u kartpostallardan görmüş müdür ya da.

Aslında Camka ve kardeşleri Kız Kulesi kadar güzel.

Ayağında çamurdan kurtulmak için bir çizme, sırtında güzelliğine güzellik katan kederden bir elbise…

Hüzün, bir vakur duruşmuş; onun yüzüne bakınca anladım.

Hüzün, o hüznün sabrını çekenlerin harcıymış; Fatima’nın gözlerine bakınca anladım.

Umut bir dosta sarılmakmış; Cenneta’nın saçlarını tarayışından anladım.

Tebessüm, bir çocuğun oyun halkasında olmakmış; Kadira’nın gülümsemesinden anladım.

Hehey o fabrikada akü yerine senin kalbini mi söktüler Ramiç?

Kırık bir gözlük, kırık bir çakmak, kırık bir kalem, kanla kirletilmiş bir kâğıtla beraber mi kıydılar sana?

Canın çok acıdı mı?

Son nefesinde gülümsedin mi?

Çektiğin zorluğun, korkunun, umutsuzluğun ve döktüğün gözyaşının cennetin bir anahtarı olduğunu düşünüp umutlandın mı?

Hey anne!

Bak bak bana bak! Heybemde sana söyleyebileceğim tek bir harf yok, ama ben buradayım.

Geç kalmış da olsam beni koynuna al!

Sarıl!

Saçlarımı okşa!

Bana süt pişir!

Akşam eve dönüşümü bekle!

Hava karardıkça endişelen, ama ne olur umudunu kaybetme!

Sen hep bekle, ben hep geleyim.

Oğlun dönmedi değil mi?

Söz ben döneceğim anne!

Ama o dönmek istedi, ben hiç gidemedim.

Ne olur gözyaşlarını dökme içime!

Yüzüne bakamıyorum.

Senden gitmeye değil, seni sevmeye bile kıyamıyorum.

 Bir de Enesa Var.

Hep Mostar’a benzetirim onu.

Mostar gibi kalbinden vurduklarından beri aklı başında değil.

Dudaklarına sahte bir tebessüm kondurup hüznüne sarılmış.

Gelin diyor, bakın gülüyorum.

Acımı görmeyin, yürüyün, poz verin, yemek yiyin, beni seyredin. Nereye bakarsanız bakın, hüznümü görmenize imkân yok!

Enesa’da böyle demişti.

Savaş başladığında 16 yaşında bir genç kızdı Enesa.

Komşuydu. Dost, aile, kardeşti Sırp delikanlıyla.

Bir gün nereden estiğini bilemediği acı, iki insanı düşman etmişti.

Kimse yoktu ya evde, tam vaktiydi.

Düşmanlık da değil, bu daha kirli bir şeydi.

Enesa kanlar içinde bir genç kız!

Enesa yazılmadan kirletilmiş bir sayfa…

Enesa dalından koparılmış bir güli gonca…

Enesa Avrupa’nın kanlı evrağı…

İnsanlığın cehennemi…

Enesa yarım kalmış bir şarkı…

Cennetin yeni sahibi…

Enesa benim sevgilim!

Bedeni enkaza dönen güzel kız.

Bedenine dokunmuşlar, olsun hâlâ çok güzelsin

Gözlerini çıkarmışlar, olsun hâlâ çok güzelsin.

Kalbini sökmüşler, olsun hâlâ çok güzelsin.

Saçlarını kesmişler.

Alnına kurşun sıkmışlar, olsun hâlâ çok güzelsin.

Kanlı gömleğini üstünden çıkarmışlar, olsun hâlâ çok güzelsin.

Kimse sevmezse seni, benim sevgilim ol!

Elimi uzatınca tut yeter!

Güneş altında bugün görebileceğim senden daha güzel bir şey yok!

Ayrıca sen bilmezsin sevgilim:

Ben çocuk parkının yanındaki çocuk mezarları içinde ağladım.

...

Sarayova’nın Avrupa’ya çoktan karışmış sokaklarından ayrılıp Bosna’ya ruhunu katan şehitleri ziyaret etmek ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan en büyük toplu katliamın izlerini sürmek için Srebrenica yollarındayız. İçimizde garip bir huzursuzluk, yüzümüzde hüznün gölgesi, aklımızda yaşanan acının hiç silinmeyen hatıraları... Yol boyunca baktığınız her yerde “Bu bölge Karadeniz Bölgesi’nin ikizi olmalı…” düşüncesi. İki orman arasında bir nehir gibi kıvrılan yollardan size gülümseyen yaban çiçeklerinin neşesi.

Ormanlık tepelerden, baş döndüren kıvrımlı yollardan en nihayet düzlüğe iniyoruz. Düzlüğe iner inmez tabiatın bütün güzelliğini gölgeleyen savaşın izlerine ayak basıyoruz. Zira burası Müslümanların yaşadığı bölge ve savaş sırasında ağır bir kuşatmaya sahne olmuş.

Srebrenica yolu üzerinde kurulu Konjevic Polje Köyü’ndeyiz. Burada hemen hemen bütün dünya’nın yakından takip ettiği Fata Orloviç adlı yaşlı bir kadın yaşıyor. Gitmeden hakkında birkaç haber okumuş meraklanmıştım.Tercümanımız ve o bölgeyi çok iyi bilen kılavuzumuz Enes Bey ziyaret talebimize olumlu karşılık veriyor. Sabahın sekizinde Fata annenin kapısını çalıyor elini öpüyor, hal hatır soruyoruz.

Fata annenin eşi Sacir Orlovic savaşta şehit düşmüş. Kendisine ait olan topraklar etnik temizlik sonrası Sırplar tarafından bütün köyle birlikte işgal edilmiş. Köye Müslümanların yerine, Bosna'nın orta kesimindeki çatışmalar sonrası evlerinden kaçan Sırplar yerleştirilmiş. Savaş sonrası Sırpların birçoğu da kendi evlerine dönünce Konjevic Polje köyü bir kez daha Müslümanlara kalmış.  Bosna Savaşı sırasında bir süre toplama kampında tutulan ve savaşın ardından muhacir olarak yaşamını sürdüren Fata Nine’de köye geri dönüp topraklarını sahiplenmiş.

Fakat evine döndüğünde büyük bir sürprizle karşılaşmış. Evinin önünde bahçesinin ortası olması gereken yerde, savaş sırasında bir Sırp Ortodoks Kilisesi inşa edilmiş. Fata anne, kilisenin kendi bahçesinden kaldırılıp başka bir yere taşınması için dava açmış. Fakat Amerika’da avukatlık yapan bir kızı olmasına rağmen Bosna’nın karmaşık yönetim biçimi nedeniyle davada henüz elle tutulur bir gelişme yok. 2000 yılında tekrar kendi topraklarına Konjevic Polje'ye dönen Fata anne dava konusunda pek umutlu konuşmuyor. Zira bu direniş sonucunda elde edeceği zaferin, birçok yeni davanın, yeni hakların ve Bosna’nın vahşi etnik sorunlarını geride bırakıp kazanacağı sınav açısından çok önemli bir dönüm noktası olacağının farkında!

Fata anne sırpların kilisenin içinde bulunduğu araziyi satın almak için 1.250.000 Euro para teklif edildiğini fakat bunu kabul etmediğini gözleri dolarak gururla anlatıyor.

Ancak bence Fata nine gibi çok sayıda Boşnağın başka kaygıları var. Zira Boşnak’ların birçoğunun ne savaş sırasında ne de savaştan sonra kimsenin inancıyla bir işi olmamış. Onca Sırp ve Hırvat zulmüne, katliamına karşı yaşadıkları acıların intikamını vahşetle taçlandıracak tek bir eylemleri olmamış. Fata anne de bahçesinde bir kilise olmasını değil, kilisenin kendi toprağı üzerinde olmasından yakınıyor. Toprağının izinsiz gasp edilmesinden…

Fata anne “Ben bütün dinlere, peygamberlere, kitaplara ve ibadethanelere saygı duyarım. Ancak birileri eşimin kanı üzerine bu toprakların sahiplerinden izinsiz bir şey inşa etmek istiyorlarsa bunu bizim topraklarımızda yapmamalı.” diyerek niyetini özetliyor.

Sonuçta göç etmek zorunda kalan binlerce insan olmuş ve savaşın izleri hâlâ Bosna’nın tüm bölgelerinde belirgin bir şekilde hissediliyor. Hayat, buralarda hâlâ çok zor.

Dışarıdan bakıldığında ilerleme sağlanmış gözükse de bu ağır aksak ilerlemenin etnik ve dini sembollerle ilgili tartışmalardan kaynaklandığını ve hâlâ sembol ve inançlar üzerinden ciddi gizli bir savaşın sürdüğünü söylemek mümkün. 12 yıl sonra bile uluslararası toplumun hâlâ Bosnalı siyasetçilere yetki devredemeyecek güvensizlikte olması da zeten bunun en önemli kanıtı.

Bilmiyorum, gün gelecek ve Fata anne evinin önündeki bahçede kurulan kilisenin yerinde huzur içinde bizimle sohbet edip yetiştirdiği sebzelerden, meyvelerden ikram edecek mi ama bunu yapabildiği gün Bosna’da hiçbir şeyin eskisi kadar kötü olmayacağını söyleyebiliriz.

Faaliyet Görüntüleri

Paylaş