“Mülteci Kadın Olmak” panelimiz, farklı ülkelerden mülteci kadınların anlatımıyla gerçekleşti. Tuba PAL Hanımefendinin sunduğu program, tiyatrocu-yazar Hale CANAT Hanımefendinin moderatörlüğünde icra edildi.
Kur’anı Kerim tilaveti ile başlayan programın açılış konuşmasını Genel Başkanımız Dr. Sadık Danışman yaptı. Kadınların Kadınlar Günü’nü kutlayarak konuşmasına başlayan Genel Başkanımız, “cennet anaların ayakları altındadır. Kadın demek anne demektir. Kadınlara yönelik her türlü şiddeti kınıyorum. Dini, dili, sosyal konumu, ırkı ne olursa olsun; savaş, ayrımcılık, şiddet, kıtlık, doğal felaketler vd. hangi nedenden olursa olsun, yurdundan ayrılan ve başka yurtlara sığınan insanlara mülteci denir. Biz başta Filistin olmak üzere Arakan, Suriye, Yemen, Irak, Afganistan, Doğu Türkistan ve diğer ülkelerin mültecilerine her zaman kucağımızı açtık. Hiç ayrım yapmadan yanlarında olduk. Bugün Rusya – Ukrayna savaşında mülteci durumuna düşen Ukraynalı mültecilere de kucağımızı açarız. Biz ayrım yapmayız; ancak İslam topraklarından göç eden kendi sınırlarına dayanan mültecilere kapılarını kapatan, tel örgüler çeken batı, bugün kendi inancındaki mültecilere kucak açıyor. Biz buna insanlık adına seviniyoruz çünkü Ukraynalı mültecilerin sınırlarda kalmasını, sularda boğulmasını, tel örgülere takılmasını istemeyiz. Fakat burada batının ikiyüzlülüğünü görmüş oluyoruz; işte buna üzülüyoruz. Biz Yardımeli olarak dinimizden aldığımız referansla hiçbir kavmin ve dinin müntesibi olan mültecilere sırt dönemeyiz, dönmedik. Fakat Irak işgal edilirken, 4 milyon yetim bırakılırken, Afganistan hem Rusya, hem Amerika tarafından işgal edilirken, Ruanda’da 500 bin insan katledilirken ve diğer İslam topraklarındaki insanlar zulme uğrarken dünya ses verseydi belki bugün Ukrayna bunları yaşamayacaktı.”
“Teknoloji çok gelişti ama insanlık gelişemedi” diyen Sadık Danışman, şöyle devam etti: “Akdeniz ve Ege sularında binlerce mülteci kardeşimiz boğuldu. Yunanlı yetkililer mültecilerin botlarını kasıtlı olarak patlatmakta ve onları sularda boğmakta bir sakınca görmediler. Biz bu etkinliği düzenlemeye karar verip organizasyona başladığımızda henüz Rus-Ukrayna savaşı başlamamıştı. Bugün Ukrayna’da 2 milyon kardeşimiz Avrupa’nın şehirlerine hicret etti. Ukraynalı bir mülteci kadın kardeşimizi de burada misafir etmek ve onu da dinlemek isterdik. İnşallah başka bir organizasyonumuzda bunu da yapacağız. Bizim Filistin’de 2 bin Kardeş Ailemiz var, Somali’ye Kadın Doğum Hastanesi açtık, 2007 yılında ve şu anda bebeklerin hayata tutunmasını sağlıyor, annelerin gözyaşlarının dinmesini sağlıyor. Sudan’da yetimhanemiz, Moritanya’da eğitim külliyemiz; Bangladeş’te, Arakanlı kardeşlerimize yönelik bin öğrenciyi barındıran eğitim külliyemiz var. Yemen’e, Suriye’ye sürekli gıda yardımı, giyim yardımı, sağlık yardımı yapıyoruz. Bizim derneğimizin ilkesi; mazluma, yetime din, dil, ırk, mezheb, meşrep sormamaktır. Bizim anlayışımız budur.”dedi.
Başkanımız son olarak şunları söyledi: “Dünyada hiçbir zaman savaşın kazananı olmadı; ama hiçbir zaman da barışın kaybedeni olmadı. Ayrıca zulümle abâd olunmaz. Şunu da hiçbir zaman unutmamalı ki: Cehaletle mücadele edilmeden mağduriyetle mücadele edilmez; mağduriyet ortadan kaldırılamaz.”
İlk söz Afganistan’ı temsilen katılan Berna Sefer’e verildi. Berna Sefer, "Afgan halkının sadece Amerikan istilası sebebiyle değil, Allah'ın dininden olmayan uygulamaları kadınlara "din" diye dayatanların da kadınları yurtlarından ettiğini söyledi. Afganistan’da kadınların tüm haklarının ellerinden alındığını, kadınların kendi haklarını bilmediğini, haksızlığı “hak” zannettiklerini, vatanına dönüp kadın hakları konusunda ülkesinin kadınlarını bilinçlendirmek için çalışma hayali kurduğunu ve bunun bir gün gerçekleşeceğine yürekten inandığını söyledi. Afganistan’a bolluk, bereket, refah yıllarının ardından cehaletin hakim olmasıyla birlikte yokluk, kıtlık, zulüm hakim olmuş; bunu ortadan kaldırmak gerek” dedi.
Afganistan’ın ardından söz Filistin’i temsilen katılan Esma Saidoğlu’na verildi. Saidoğlu "Biz Filistinliler olarak hepimiz mülteciyiz aslında. Kimimiz Filistin'in içinde kimimiz dışında. Annem ve babam ikisi de mülteciydi. Filistin davası hepimizin davası. Türk insanı Filistin'e çok duyarlı. Filistin tamamen bir savaş meydanı, bir işgal meydanı, bir zulüm meydanı” dedi.
Doğu Türkistanlı katılımcımız Münevver Özuygur, "Eğer öğle ezanında 'Doğu Türkistan bağımsız oldu, sen gidebilirsin" dense; ikindi namazını Türkistan'da kılardım." "Benim memleketime dönmek istemediğim bir gün bile yok!" diyerek vatan hasretini dile getirdi.
Suriyeli katılımcımız Fatma Hüseyin, “Ben Türk kökenliyim, Suriye vatandaşıyım ve aynı zamanda Türk vatandaşıyım. Eşim de Türk kökenli. İki kızım da Türk vatandaşı. Suriye’de halka yapılmadık işkence kalmadı. Her türlü zulmü yaptı Esed. Zehirli kimyasal gaz attı halkın üstüne. Suriye’deki zulüm başka hiçbir yerdeki zulme benzemez!” dedi.
Arakanlı Yasmin Mohammet Sultan, "biz Müslüman olmasaydık başımıza bunlar gelmezdi. Arakan'ın anlamı "köşe" demektir: Unutulmuş bir köşedeydik biz. Ve dünya sesimizi duymadı. Fakat Türkiye'de Arakanlı olduğumu söylediğimde, 'bizim Arakan'mı?' diyorlar. Türkiye’de çok mutluyum ama hayalim memleketime dönmek” dedi.
Mısırlı mültecileri temsilen katılan Aya Atia Ramadan; "eminim birgün Mısır'a insan hakları, özgürlük ve demokrasi gelecek ve şu an dönemediğimiz ülkemize döneceğiz. Ama çok şükür Türkiye gibi Müslüman bir ülkedeyiz" dedi ve ekledi: “Mısır ile Türkiye’yi bilerek düşman ettiler…” diye devam etti.
Yemenli katılımcımız Misk Aljunaid, “Türkiye’nin 15 Temmuz 2016’da yaşadıklarını Yemen halkı yıllardır yaşıyor. 7 yıldır yemek yok, huzur yok, güven yok… İç savaş devam ediyor. Çocuklar aç ve hasta. 12 dakikada bir çocuk ölüyor Yemen’de ve dünya bunları görmüyor çünkü gözleri mavi, saçları sarı değil. Lütfen bizi uzak görmeyin ve bize sadece gülümseyin. İstediğimiz bu. Türkiye’de olmaktan çok memnunum. Yemen’den Türkiye’ye gelebilen çok şanslıdır. Ama bu hiç kolay değil. Türkiye benim ikinci vatanımdır. Lütfen biz mültecilere sadece tebessüm edin. Başka bir isteğimiz yoktur. Türkiye benim Medine’m, Yemen benim Mekke’mdir” dedi.
Panelistlerin sunumlarını tamamlamalarının ardından, Yönetim Kurulu üyelerimiz tarafından panelistlere günün anısına plaket ve çiçek takdim edildi. Panelimiz dualarla sona erdi.
DEĞERLENDİRME:
Aslında bu dünyada hepimiz birer mülteciyiz. Müminler olarak inandık ve iman ettik ki, bu dünyaya sınırlı bir zaman dilimi için gönderildik ve hepimiz bir anlamda birer mülteciyiz. Asıl yurdumuz olan Dar-ı Beka’ya varana kadar bu geçici âlemde her birimiz bir diğerine “Ensar”, her birimiz bir diğerine göre “Muhaciriz”
Evet, insanoğluna kolaylıkla “mülteci” diyebiliriz. Zira bir yoldan geldik hepimiz ve yaradılış ve varoluş sürecimizde geçtiğimiz aşamaları kat ederek bu güne geldik ve kimimiz asıl yurduna göçtü, kimimiz geçmekteyiz.. Gelenler var…
Bu anlamda insan rabbinden gelip yine rabbine doğru iltica eder.
Bir de zulmün getirdiği, işgallerin peyda ettiği, savaşların sebep olduğu mültecilik vardır. İşte dünyanın bu gün en büyük imtihanlarından biridir bu. Bu imtihanda sadece mülteciler imtihan edilmez; onlara “Ensar” olup- olamayacağımız üzerinden, onlara kol kanat gerip geremeyeceğimiz üzerinden, onlara elimizdeki imkânların ne kadarın infak edip, onlarla paylaşabileceğimiz üzerinden “yerliler” olarak bizler de imtihan ediliriz.
Bu süreçte; iltica sürecinde, vatansız kalınıp yollara düşüldüğünde, ufuk karardığında, bir belirsizlik, bir bilinmezlik, bir meçhul mülteci yürekleri kapladığında bizim “nerede” olduğumuz, ne yaptığımız önemlidir.
Özellikle “Mülteci Kadın Olmak”: Naif omuzlarına vatansızlık çöktüğünde, meçhul çöktüğünde, evlatlarının geleceğine ilişkin korku ve kaygılar çöktüğünde onların yanında mıyız, değil miyiz? Onların acılarına, kaygılarına, vatansız kalmışlıklarına bir takım önyargılı gerekçelerle, toptancı bir bakış açısıyla kulak mı tıkıyoruz, yoksa tüm önyargıları, tüm toptancı söylemleri elimizin tersiyle itip onlara kucak mı açıyoruz?
Mülteci bir annenin kederine ortak olup olmadığımız, elinden tutup tutmadığımız, yarasını sarıp sarmadığımız, yürek yangısına bir avuç su olup olmadığımız, evlatları adına duyduğu gelecek kaygısını paylaşıp paylaşmadığımız önemli bir soru(n) teşkil ediyor.
İşte bu yüzden; Yardımeli Derneği olarak mülteci kadınların acılarını, kederlerini, iltica etme gerekçelerini, göç yollarındaki hikayelerini kendi ağızlarından dinlemek adına, onlara karşı bir farkındalık yaratmak adına düzenledik bu paneli.
“Mülteci Kadın Olmak” proğramımıza Afganistanlı, Yemenli, Suriyeli, Arakanlı, Filistinli, Doğu Türkistanlı, Mısırlı mülteci kadınları davet ettik.
Anlattılar Mülteci Kadınlar: Savaşın ortasında anne olmayı, zulmün ortasında umut olmayı, direnmeyi, yaban ellerde horlanmayı, kucaklanmayı, tarifsiz acıları, umudu, gözyaşını, vatansızlığı anlattılar. Mülteci kadınlar olarak evlatlarına vatanlarına dönmeye dair aşıladıkları motivasyonu, direnmeyi, sabretmeyi, ülkemizde gördükleri Ensar-Muhacir ruhunu, nasıl dua ettiklerini anlattılar. Ve elbette çektiklerini, çekmekte olduklarını, vatan hasretini, kaybettikleri yakınlarının acı ve kederini anlattılar..
Zulmü anlattılar: Zalimi, zalimliğin şeytani dinamiklerini, yurtsuzluğu, kimsesiz kalmışlığı, sabrı, kardeşliği ve Allah’a olan tevekküllerini…
Dinledik onları: Kor olduk, gözyaşlarına boğulduk, sarıldık, kucaklaştık. Yanlarında olduğumuzu, olmaya devam edeceğimizi, yaralarının yaralarımız olduğunu söyledik.
Bu ülke insanının, bu toprakların, Anadolu’nun her zaman mazlumun yanında olduğunu ve olmaya devam edeceğini, Yardımeli olarak Suriye’ye, Yemen’e, Arakan’a, Mısır’a, Filistin’e, Afganistan’a, Doğu Türkistan’a ellerimizi yettiği kadar uzattığımızı ve uzatmaya devam edeceğimizi söyledik.
Mülteciler ve mazlumlar için yaptıklarımızı anlattık, dualarımızı söyledik. Neler yaptığımızı ve projelerimizi anlattık.
Mülteci Kadın olmanın çilesini, direncini, farkını, dirayetini mülteci kadınlardan dinledik.
Mülteci anaların, bacıların, kardeşlerin, evlatların bu ülkede asla yalnız olmadıklarını, olmayacaklarını söyledik.
Vatansız kalmanın, istilanın, zulmün, savaşın; mülteci kadın olmanın ne demek olduğunu bizzat yaşayanlardan dinleyerek iyice idrak ettik.
Dünya egemenlerinin yok yere, hiç yere, bir avuç petrol uğruna, biraz daha semirmek uğruna neler yaptıklarını ve yapabileceklerini, tefrikanın, mezhepçiliğin, kavimciliğin nasıl kullanılıp kardeşin kardeşe nasıl kırdırıldığını, nasıl yaktırıldığını bir kez daha anladık. Üzüldük, kahrolduk..
Ama umutlandık da.. Çünkü çekilen her acının, ödenen her bedelin rahmet yağmurları olarak mazlum coğrafyamıza yağacağını ve yepyeni kardeşlik baharlarını yeşerteceğini gözlemledik, umut ettik, hayal ettik, dua ettik.
Mülteci kadınların gözlerinde “artık kardeş kavgası son bulsun”, “artık oyunlara gelmeyelim”, “artık vatanımızı, yurdumuzu istila edenlerin kaşıyabilecekleri, bizi birbirimize kırdıracakları farklılıklarımızı, ihtilaflarımızı kendi ellerimizle besleyip faşizanlık, tefrika üretecek boyutta tutmayalım. Artık farklılıklarımız zenginliğimiz olsun, üstünlüğümüz olsun, rahmetimiz bereketimiz olsun” diyen bakışlar vardı.
“Mülteci Kadın Olmak” panelimizde anneliğin, şefkatin, merhametin, asaletin, umudun güneşleri vardı: Onlar göç yollarında, vatanlarında uzakta, yakınlarını kaybetmiş olmanın hüznüyle, evlatlarının kaygısıyla kocaman yürekli asil mülteci kadınlardı.
Şunu hiçbir zaman unutmayacağız: Kardeşlerimizi hatalarıyla kusurlarıyla kabul edeceğiz. Onların hepsinden Medine’ye iltica eden Ebu Bekir gibi olmalarını bekleyemeyiz: Zira bizler hepimiz de birer Eyüp El Ensarî değiliz. Kardeşler birbirlerini hataları ve kusurlarıyla sevebildiğinde kardeş kalabilirler; yoksa şeytan girer aralarına…
Biz her zaman onların yanında olduk ve olmaya devam edeceğiz.
YARDIMELİ DERNEĞİ ULUSLAR ARASI İNSANİ YARDIM KURULUŞU